O zaman tekrar başa alalım
ve daha önce yazmaya çalıştığım Kırgızistan hatıralarına geri dönelim.
Kırgızistan’a yolunuz düşerse ki düşürmeye çalışın, mutlaka Issık Göl’e
uğrayınız.
Issık kelimesi Kırgızca’da
ılık anlamına gelir. Günümüzde “göl” kelimesi “köl” veya “kul” kelimelerine
karşılık gelmektedir.
Kırgız Türkçesi ile “Ысык-Көл,” (Isık-Köl) olarak
bilinir. Çevresindeki dağların zirveleri karla kaplı olmasına rağmen hiç
donmadığı için bu ismi taşımaktadır.
Bu blog
makalesi belki tarih notlarından oluşturulmayacak, lakin Issık Göl denilince
tarihe de bir göz atmak, bilmediklerimizi çok genel anlamda da olsa gözden
geçirmek gerekmez mi? Tarih derslerinde hep Issık Göl denilmiş, ancak bir kare
resmini bile görememiş birisi olarak bu satırları yazıyorum. Bu arada, eğer ata
yurtlarını dünya gözüyle göreyim diye düşünceniz varsa, bilgilerinizi
mutlaka ön incelemeye tabi tutun…
Tarihçi S. Gömeç bir eserinde “Issık Köl çevresi, Ala- Tag, İli Vadisi, Çu-Talas arası, Kuz-Orda ve
Taraz havalisinden ibarettir. Bu bölge tarihin en eski devirlerinden beri
Türklerin yurdudur.” diyor.
Başka bir kaynağa göre Göktürk Devleti’nin
yıkılması üzerine bağımsız hale gelen Türgişler, Talas, Çu ve İdil nehri ile
Issık Gölü dolaylarında yaşamışlar.
Bir
diğer eserde Türgişler, Issık Gölü civarının
yerleşik On-Ok kabilelerinden biridir. Gerek Hun, gerek Göktürk devletlerinin
kurulduğu dönemlerde bulundukları coğrafyada var olmuş, varlıklarını yüzlerce
yıl bu bölgede sürdürmüşlerdir.
Başka kaynakta ise “Her şeye rağmen Çiğillerin, Karahanlılar devrinde bugünkü Kırgızistan sınırları
içinde bulunan Isık Göl/Issık Göl’ün çevresinde, özellikle güney ve güneybatısında,
Tarāz, Barsgan, Kaşgar havalilerinde ve Maveraünnehir’de adlarından bahsettirdikleri
görülmektedir. Çiğiller bu topraklarda Göktürkler çağından beri yaşamışlardır.”
Issık Göl’ün tarihi şahitliklerinin bir kısmı
arkeologlara göre suların dibinde duruyor. Gölün altında 2500 yıllık bir
uygarlığın kalıntılarının bulunduğu düşünülüyor. Arkeologlara göre bu
kalıntılar, çok büyük ve zengin bir şehrin varlığına işaret imiş. 500 metre
uzunluğunda duvarlar, ok uçları, bronz kaplar, paralar, hançerler, küçük
baltalar araştırmalarda bulunanlar arasında. Arkeologların yanında tarihçilere
de kulak verildiğinde, Timur’un bir zamanlar buralarda bulunan ama esrarengiz
şekilde kaybolan sarayını arıyorlarmış.
Bu topraklar hem tarihçilerin, hem arkeologların, hem
sanat tarihçilerinin ve hem de ilgili diğer bilim dalları ile uğraşanlar için
bilinmezlerinin ortaya çıkarılmasını bekliyor.
ISSIK GÖL NEREDE VE NASIL BİR GÖLDÜR?
Hakkında yaptığım küçük
araştırmalar neticesinde Issık Göl’ün dünyaca ünlü kalemlere esin kaynağı da
olmuş bir krater gölü olduğunu, bu açından da dünyanın en büyüğü durumunda
bulunduğunu öğrendim. Kırgızistan’ın doğusunda bulunan ve Küngöy ve Teskey Aladağları arasında yer alan
bu gölün denizden yüksekliği ise yaklaşık 1600 metre.
Issık Kul’a bakıldığında
uzunluk doğu-batı yönünde ve yaklaşık 182 kilometre. Genişlik ise Kuzey-Güney istikametinde
60 kilometre olup, derinlik ortalama olarak 300 metre olmasına rağmen, en derin
yeri 668 metredir.
Issık Göl’ü küçük dereler, eriyen kar suları ve
yeraltından gelen soğuk ve sıcak kaynak suları besler. Ancak bu gölü boşaltan
bir akarsu yoktur. Suyu biraz tuzlu olduğundan deniz özlemi çekenlere ve bu
imkanı yakalamayacak olanlar için bulunmaz fırsattır.
Kırgızistan’ın önemli turizm yörelerinden birisi olan
Issık Köl’ün kuzey kısmında oteller, pansiyonlar yer alır. Sovyetler Birliği
döneminde yöneticilerin tercih ettiği turizm yerlerinden birisi olmasına
rağmen, bu devlet yıkılınca bölge zor zamanlar geçirmiş. Issık sadece son on
yıllarda değil tarihte de dinlenme merkezi özelliğindeymiş. Örneğin Karahanlılar
gibi Türk Kağanlıkları'nın da dinlenme merkezi hüviyetindeymiş.
Mayıs ayının ilk haftasında yaptığımız gezide elbette
Issık Göl’ün kıyılarına, kumsalına ayaklarımızı bastık. Ayaklarınızda
hissettikleriniz tıpkı Akdeniz’in kumu gibi. Gümüş renginde parlayan göl suyu, güneş
batıya göç edip ışınlarını gün batımında suların üzerine bıraktığında,
büyüleyici bir görüntü ortaya çıkıyor. Şair ruhlu yazarlar ise Kış mevsiminin
güzelliğinin bastıran sisin kattığı şiirsellikte olduğunu kaleme almışlar.
Mayısın başlarında ayağımızı daldırdığımız göl suyunun serinliği yaşamaya
değer.
Tarihini ve coğrafyasını merak ettiğim bu göle varmak için
yola düşerken, küçüklü büyüklü yerleşim yerlerini geride bırakıyoruz. Emeğini
alın teri ile kazanan köylüler tıpkı Anadolu topraklarının garip insanları
gibi. Atlar, inekler, keçiler, koyunlar, küçük Kırgız Türkü çocuklarının
yaptıkları çobanlıklara şahit oluyoruz.
Asfalt yolların bozuk olduğunu, sıcak asfalttan yapılmış ve çift şerit
halde bulunan yolların ise Çinliler tarafından ticaret için yapıldığını
öğrenince, Türkiyemizin çok daha güçlü şekilde oralarla daha çok ilgilenmesi
gerektiği apaçık ortaya çıkıyor.
Yemyeşil mera alanlarında ise yeteri kadar
hayvancılığın yapılamadığını görünce üzülmemek elde değil. Zaman zaman karayolu
ile paralel seyreden demiryolu üzerindeki siyah dumanlarını çıkaran yolcu ve
yük trenlerinin eskiliği ize göze çarpıyor. Ve Yine Türkiye…
Yolculuğumuzda
dikkat çekici yerleşim yerlerinden birisi “Balıkçı” şehri. Buraya
geldiğinizi yol boyunca balıklarını ipe dizmiş ve kurutmuş satıcılardan
anlayabilirsiniz. İster taze isterse kurumuş alabalık satın alabilirsiniz. Ya
da bizim gibi sadece resimlersiniz…
Balıkçı’dan
sonra Sarıkamış köyünü geçip Toruaygır Köyü’ne ulaştık. Ancak bu Köy’ün kuzey
yönünde 18. asra ait bir mezarlık olduğunu öğrendik. Biz zaman sıkıntısı
nedeniyle gidemedik. Fırsatı olan gitmeli. Bu mezarlıklar da tarihin
şahitlerinden, kim bilir kimlere ev sahipliği yapıyorlar.
Toruaygır Köyü’nden
sonra Çırpıkçı, Koş-Köl, Tamçı köylerini geçtik. Yol boyunca trafikte sakinlik
vardı. Bizden esintilerin olduğu köylerin kimisini yakından görürken kimisini
de uzaktan izleyerek yolumuza devam etmeyi tercih ettik.
Koş Köl ve
Tamçı köylerinde turizm işletmeleri bulunuyor. Pansiyon, motel, oteller Yaz mevsimi
hazırlığı içinde oldukları belli oluyor. İlerleyen yol boyunca Çok-Tal ve Örnök
köylerini de gördük.
Gitmeden önce
karıştırdığım tarih notlarında Issık Göl ile Çon Kemin arasındaki Küngöy Ala Dağın
Issık Göl tarafındaki eteklerinde çok eski devirlere ait taş üstündeki
resimlerin olduğunu işin erbapları not düşmüşler.
Örnök’ten
sonra Çon-Sarı Oy, Sarı Oy, Kara Oy köyleri geçilip Çolpon Ata’ya vardık. Bişkek’in
240 kilometre doğusunda bulunan Çolpan Ata veya Çolpon Ata, Karakol
şehrinin 135 km batısındadır. Burası Issık Göl'ün kuzey kıyısında konumlanan ve
IssıkGöl şehrinin idari merkezidir. Bir turizm şehridir.
Çolpan Ata için
güzel bir türbe yapısı inşa edilmiş. Düğün, nişan merasimleri yapanlar bizim de
şahit olduğumuz gibi mutlaka buraya gelip hatıra resmi çektiriyorlar. Bu
şehrin, bu ismi almasına vesile olan bir de hikayesi var. Neden Çolpon Ata
ismi verilmiş, bu türbe kim için yapılmış?
Bugünkü Çolpon Ata şehrinin olduğu yerde
eskiden fakir bir çoban yaşarmış. O karısı ile zengin bir beyin koyunlarına
bakarmış. Onların uzun zaman çocukları olmamış. İhtiyarlayınca sadece bir
kızları dünyaya gelmiş. Bu kıza ilk yıldız Çolpon Yıldız gibi güzel olsun diye
“Çolpon” ismi vermişler. Kız gerçekten çok güzel ve zeki birisi olarak büyümüş.
Kız büyüyünce annesi hastalıktan ölmüş. Çolpon’un güzelliği hakkındaki
söylenenler o yerin beyinin kulağına kadar ulaşmış. Bu bey kızı istemek için
adamlarını göndermiş. Hayatı boyunca fakir olarak yaşamış çoban, kızının daha
iyi bir yaşam sürmesi için vermeyi kabul etmiş. Kız babasını bu düşüncesinden
vazgeçirmeye çalışmış. Ama babası bu fikrinden geriye dönmemiş. Kız o beyin
olduğu yere gitmeden önce bu şehrin topraklarıyla vedalaşmak istediğini söylemiş
ve yüksek dağlara doğru çıkmış. Dağlara, taşlara kendi durumunu anlatıp, uzun
zaman oturup ağlamış. Kız ölmek daha iyi diye çıktığı yüksek dağdan atlamış.
Kız aşağıya doğru düşerken bir taşa dönüşmüş. Babası Çolpon’u akşama kadar
evinin yanında beklemiş. Kızı geri dönmeyince onu aramak için dağlara
tırmanmaya başlamış. Çoban dağda kızının bir taşa dönüşmüş halde bulmuş. Eşinden
sonra kızını da kaybettiğini anlayan çoban taşın yanında ağlamaya başlamış. Hayatının
devam etmesi konusunda bir mana bulamayan çoban da dağdan aşağı atlamış. Düşerken
çoban da kızı gibi taşa dönüşmüş.
Çolpon Ata
şehri bu kız ve babasından geliyor. Bahsi geçen taşın dağın zirvesinde olduğu
söylense de biz gidemedik. Gitme şansı bulanlar şanslı kişiler olacaklardır.
Burada önemli bulduğum bir konunun altını çizmeden geçmek istemiyorum. Çolpon Ata anıtının yanında tanıtıcı yazılar konulmuş. Bu yazılar Kiril alfabesi ile yazıldığından bizler okuyup anlayamıyoruz. Latin alfabesi ile yazılmış olsa idi eminim ki sadece bakmak ya da ne yazıldığını öğrenmek için kaynak karıştırmaya gerek kalmazdı. Önemli nokta da burası: Kırgızistan da dahil Türk dünyası Latin alfabesi kullanırken, Sovyetlerin bu ülkeleri Kiril alfabesine geçirmesi bu yüzden. Anlaşamayalım diye. Bu engellerin aşılması gerektiği de aşikar.
Issık Göl’ün
çevresini fazla zamana sahip olanların yol boyunca giderek dolaşmaları mümkün.
Issık Göl Bölgesinin idari merkezi Karakol şehridir. Bu bölgedeki yerleşim
yerleri özetlemek gerekirse şöyledir:
-Koşkol (Isık Gölünün kuzey kıyısında bir köy)
-Tamçı (Issık Gölünün kuzey kıyısında bir köy)
-Çolpon-Ata (Isık Gölü kuzey kıyısının gayri resmi
merkezidir)
-Karakol (Isık Gölü bölgesinin doğusunda il
merkezidir)
-Tüp (Karakol'un liman köyü)
-Barskon (Isık Göl’ün güney kıyısında eski ismi
Barsgan olan küçük bir yerleşim yeridir)
Kırgızistan
çok uzaklarda gibi dursa da günümüzde Pegasus ve THY yolu kısaltmış durumda.
Avrupa ya da çok ünlü adalara yaz tatili için gidenler atalarının topraklarını
hiç mi merak etmezler?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder