6 Nisan 2012 Cuma

Doğruyu örnek almak varken neden yanlışla uğraşırız? (Viyana çıkarımları II)

Viyana, rakamlarla isimlendirilen bölgelere ayrılmış güzel bir şehirdir. Toplam 23 adet olan Viyana’nın 22.’sinde, mütevazi otelimize yerleşmek üzere odalarımıza çıktık. Hemen biraz daha yüksekten neler görünüyor, nasıl bir çevredeyiz diye pencerelerin önünden dışarıya doğru süzüldük. Evet, 22.Viyana Merkez değil daha kenarlarda bir yerdi. Bunu taksi ile gelirken ve taksicilerin anlattığı kadarıyla öğrenmiştik. Şimdi de görüyorduk…

Mason sembolleri
Penceremizin hemen karşısında bir bina vardı, eskice bir binaydı da. Arkadaşımızın gözüne bu binadaki bazı semboller takılmıştı. Bize de gösterdi. Binanın tam alın kısmında 1905-6’da yazıyordu. Ve bu eski binayı hâlâ yaşatıyorlar. Uzaktan sarmaşığa benzer bir bitki dalı etrafında bulunan bu semboller de neydi?
Pergel
Üçgen
Göz
T Cetveli
Odaya yerleşip, ilk önce şehrin bu kısmına bir göz atmak, toplantı yapılacak yeri keşfetmek için bir turlama gezisine çıktık. Otelin hemen önünde, karşılıklı iki şerit halinde tramvay yolu vardı. Bunların kenarlarında da geliş-gidiş iki şerit araç yolu bulunuyordu. Trafik aksamadan devam ediyor, herkes trafik ışıklarına uyuyordu.

Tramvay yolu koruma altına alınmamış, otomobiller ara sıra Eskişehir’de olduğu gibi buraya girebiliyorlar, ancak kendi yollarına hemen geri dönüyorlardı. Ülkemizde neden böyle değil, acaba Viyana’nın diğer bölgelerinde de böyle mi diye düşündüm. Ancak hep birlikte şahit olduk ki, gibi tramvay yolları bizdeki gibi kenarlarından barikatlarla koruma altına alınmamıştı. Bunun sebebi şehirdeki trafik kültürüydü. Konulan kurallara uyuyorlardı.
Neden bizde de böyle olmasın?
Düşünsenize, içinden çıkılmaz olan Antalya’nın tramvaylı yollarını!!! Bu iyi bir örnek değil mi? Neden yırtık pırtık elbiseler örnek olsun?
Sonra biraz yürüdükten sonra “Selam Restaurant”ı gördük. Baktık, döner kebap dönüyor, bir selam verelim istedik.
Selamünaleyküm!
Aleykümselâm!
Hiç de yabancılaşmamış bir Türkçe karşılıyor bizi. Ancak buradaki Türkler orta yaş grubu insanlardı. Belli ki dilimize sahip çıkıyorlardı. İçerde duvarlara bir göz gezdirdikten sonra, vefat etmiş bir siyasetçimizin anma toplantısı dolayısıyla asılmış resmini gördüm. Sonra, Türkiye’deki ismiyle Almanya baskısı yapılan bir Türk gazetesi de masanın üzerindeydi.

Heykel Fetişizmi Örneği
Manşet: Türkiye’de heykel fetişizmi var!. Daha sonra göz attığım bu yazı da Avrupa’da bu yok deniliyordu. Bunun böyle olmadığına daha önceki yurt dışı gezilerimde de şahit olmuştum. Sizde Avrupa’dan bir resme bakarak bunu delillendirebilirsiniz.
Avrupa üzerinden kendimize atılan tokatlar mıydı bu?
Bu da bizim adımıza kötü bir örnek değil mi?
Ya da amaca binaen yapılan yanlışlama mı?
Bu durum, “gazete ve röportajı veren aslında çok değerli şahsiyeti bağlar pek tabiî ki”, diyelim.
Misafirperverlikleri güzel, sanki İç Anadolu’dayız. Karşılıklı tanışma konuşmalarının hemen ardından Türkiye’deki durumlar dile geldi. Kendilerinin ne zorluklar çektikleri değişen sohbet konuları arasında hızla geride kalıyordu. Gençlerimize sahip çıkmak üzere kurulan bir dernekti burası. Ve güzel de faaliyetler yapıp, kültürümüzü zor da olsa yaşatmaya çalışıyorlardı.
Sohbet konuları arasında iş ve işsizlik durumu da vardı. Euro’ya geçmeden refah düzeylerinin çok daha iyi olduğunu belirttiler. Euro ile birlikte, her şeyin üç kat daha pahalı olduğunu vurguladılar. Avrupa'nın krizinin ayak sesleri her yerden duyuluyor mu ne?
Sohbet uzamıştı, gökyüzü geceye doğru ilerlerken, soğuk da kendini sulu sepkenle iyice hissettiriyordu. Oradan otelimize gitmek üzere ayrıldık.
Ertesi sabah Kongre merkezini görmek üzere yine yollardayız. Türkiye’de caddelerin tıssık, tussuk, faşşt, fuşşt sesleriyle dolaşan dev otobüsler neredeler? Ya dolmuşlar? Durak dışında duran ve el kol hareketleri yapan şoförler de yoklar…
Yani, trafik sorunu mu?
Yok….
Biz de neden olmasın??
Viyana Veteriner Üniversite’sine varmadan hemen önce, karşı tarafından öğrenci evleri bulunuyordu. Bisikletler bağlıydı evin etrafında. Biraz ileride bahçeli evler de vardı. Üniversite binalarının ise aynı renk ve aynı mimari özellikleriyle yapıldığına şahit olduk. Rengini çabuk bırakmayan, boyacı taşeronun üç kâğıdının olmadığı renklendirmeleri gördük. Her binanın neresinde olursa olsun hep aynı renk kullanılmış. Çatılar yeşilse hepsinde yeşil, duvarlar kiremit kırmızı ise hepsinde yine aynı.
Peki biz de nasıl?
Yüksek bir yere çıkıp, bizim üniversitelerin binalarına göz atsak neyi görürüz? Kimisi oldukça yüksek, kimisi birkaç kat, baraka binalar da yok değil hani…
Bunun bizdeki sebebi, elbette farklı zamanlarda ve farklı planlamalarla yapılması. Yani bir seferde planlayıp yapamıyoruz. Bunun da sebepleri elbette var.
Ancak neden onlarda olan biz de olmasın?

1 yorum:

  1. merhaba www.ilgilihersey.com sitesinin sahibiyim amacım blogspot kullanıcılarının kazancını artırmak ve bunu tek başıma yapabilmem mümkün değil. ister tek tek içerik gönderin ister blogunuzu olduğu gibi aktarın adsense reklam kodunuzu içeriklerinizin altına kopyalayın kazancınız yine sizin olsun.. tabii bunun olabilmesi için gmail hesabınızın olması gerekiyor ve size göndereceğimiz davetiyeyi onayladığınızda kumanda paneline kolaylıkla ulaşacaksınız.. lütfen iyi düşünün çok daha ciddi kazançlar elde edebiliriz... saygılarımla

    YanıtlaSil