11 Ocak 2012 Çarşamba

Fransa’dan bire-bir görülüp yaşanan manzaralar

Geçtiğimiz Kasım ayında bir kongre dolayısıyla Fransa’daydık. Toplantının yapılacağı yer Bordeaux/Arcachon. Güzel, düzenli, temiz bir kasaba. Sokaklarında dolaştıkça intizamın şahidi oluyorsunuz. Gezdikçe ve gördükçe, kimseye bir şey sormaya gerek kalmadan burasının açık bir huzurevi olduğu ortaya çıkıyor.
Okyanusa komşu bir iç denize sahip Arcachon, çoğunlukla emekliliklerini yaşamak için inzivaya çekilmiş insanların yeri. Villalar, rezidanslar ve yeşil alanlar, bir de incecik kumlu kumsalıyla deniz!
 Küçük bir kasabada bol sayıda kilise var. İnsan merak etmiyor da değil, “Acaba ne gerek var bu kadarına boş laflamaları var mı?” diye.
Var olan bir tane orta halli alışveriş merkezinin en ucuz ürünleri ise Çin malları. Ucuz hediyeleri, Türkiye yerine Fransa’dan olsun diye Çin malı almak da yok değil hani!

Caddelerin bazı yerlerinde bize benzer görüntüler de var. Açılan pazar tezgahlarında portakallar, üzümler, domatesler, mantarlar vs.vs.vs… Pazar yerinde olmayan ise buyurun abla, akşam oldu böyle oldu naraları…
Fransa ziyareti bununla sınırlı değil elbette. Bordeaux ziyaretine ayrı bir pencere açmak gerekiyor. Bize benzer sokaklar yok. Kaldırımlar, mağazalar tarafından pek de işgal edilmiş değil. Tabii şaraphaneleri (birahane benzeri yerler) ayrı tutarsak.

Eski geleneksel yapılarına benzetmişler yeni binaları da. Dışarıdan taş yığını görüntüsü olan bu binalar, caddeleri ilk bakışta hoş gösterse de, Işıklar Caddesi havası da yok. Ya da Konyaaltı Caddesi. Ben razıyım 100.yıl caddesine de…
Temizlik bizden farklı, köpek pisliklerini es geçersek. Ellerinde süpürgeleriyle sokak temizleyicileri de var görüntüde. Maaşları bizdeki asgari ücretten farklı. Tabi bir küçük suyun 0.25-0.5 TL değil de 1 Euro olduğunu da göz önüne alacağız.
Bordeaux’da Türkler ya da Müslümanlar nerede yaşıyorlar diye merak salmışken etrafa, hemen bir dönerci giriyor gözlerden içeri. Sonra biri daha, biri daha derken anlaşılıyor bizden olanların mekânları.

Acaba burası nedir derken uzaktan ihtişamlı bir yapı görünüyor. Minare değil ama üzerinde çanı olan uzun mu uzun bir kule. Burası Saint Michel Klisesi. Evet, gerçek anlamda bir tarihi eser ve gerçekten de ihtişamlı bir bina. Etrafında, bitpazarı hüviyetinde eski kullanılmış eşyaların satıldığı bir pazar yeri de var.
Burasının, neden Türklerin ya da Müslümanların yoğun bulunduğu bir bölge olduğunu, tanıştığımız bir akademisyenden öğreniyoruz. Yukarıda bahsi geçen kilise etrafında, bilinçli şekilde bir araya getirilmişler. İnsan hakları mı, demokrasi mi ya da hep eleştirildiğimiz asimilasyon suçlaması mı? Adını siz koyun…
Buraya kadar genel anlamda güzel şeyler var, bizim ülkemizden yine de daha iyi diyenleri duyar gibi oluyorum.
Burası Fransa. Avrupa Birliği’nin iki önemli ülkesinden birisi. Ancak, Antalya’da görebileceğiniz, bir tarafı plastik örtüyle kapatılmış bina da var burada. Tarihi olmasına karşın bakımsız, yıkılmak üzere olan tarihi eserde var. Kaldırımlarına park etmiş araçlar da yok değil hani!

Irmak kıyısından, aheste adımlarla güzel manzara eşliğinde yürüyüş yaparken, bir ara sokaktan bir başka güzel manzaraya kavuşayım derken, birden basık ve bunaltıcı bir koku geliyor.
Bu koku ne kokusu mu diyorsunuz? Bize has olmayan yemek kokusu sanmayın. Gececilerin duvarlara bıraktığı sıvıların kokusu elbette.
Ankara-Kızılay’a benzer sokak gösterileri de var, etraflarında polis kordonları da. Büyük alışveriş merkezlerinden henüz bize gelemeyenleri de var.
Gelişmiş tren sistemlerini kullanmak biraz daha ucuzculuk oluyor ve değiyor da. Bir gün trende, yaşlı Fransız bir bayana valizini yerleştirmesi için bir arkadaşımız yardım etti. Hem de kılı kıpırdamadan ne yer verme, ne de yardım etme hevesinde olmayan yurttaşlarının yanı başında. İnsanlık nerede?

Bir çırpıda bunları yazıvereyim derken bir anıma daha değinmeden geçemeyeceğim. Dünyanın ortak dili var ya hani, İngilizce. Fransa’da günlük yaşamda pek de işinize yaramıyor dersem, resmi kurumlar ya da özel irtibatta olduğunuz yerler hariç, yalan da olmaz. Siz istediğiniz kadar İngilizce sorun, İngilizce konuşun, alacağınız cevap Fransızca. Otele varıyor, yerleşiyor, bir hafta boyunca giriş çıkış yapıyor ve hep İngilizce yırtınıyorsunuz ve Fransızca cevap alıyorsunuz. Son gün hesap öderken, birden İngilizce cevaplar gelmeye başlıyor. Bunun adına ne denir?
Milliyetçiliği çağdışı kabul edip, söylenen başka şeylerin milliyetçileri buna ne der acaba? Onların dili bugünün dünyasında bu kadar önemliyse, Türkçe’ye biz neden sahip çıkmıyoruz? Dünün barbarı, Cezayir’in katliamcısı Fransa buysa…
Son sözler: Evet, Avrupa ülkelerinin bazıları bize göre ileride olabilirler. Bizden daha disiplinli ve daha çalışkan da olabilirler. Onların bize göre daha durgun ve daha sorunsuz bir coğrafyada yaşamalarının hiç mi etkisi yok?
Eğer biz ve onları karşılaştıracaksak bu bire-bir olmalıdır. O zaman gençlerimizin, batı hayranlarımızın yanıldıkları ortaya çıkacaktır. Kimse gıpta ile bakmasın. Onların da bizim de eksikliklerimiz de var, fazlalıklarımız da. En azından biz de insanlık daha ölmedi…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder